Kendinden Geçmek Neden Olur? Küresel ve Yerel Bir Bakış
Hepimiz zaman zaman kendimizi kaybetmiş gibi hissederiz, değil mi? Bir şeyin etkisiyle tamamen içine çekiliriz ve o anki dünyamız sadece o şeyden ibaret olur. “Kendinden geçmek” derken, bunu sadece aşırı heyecan, coşku ya da duygusal bir patlama olarak da düşünebilirsiniz. Ama bu durum, bazen bir şekilde sınırları zorlamak, bazen de tamamen kaybolmak arzusuyla ilgili olabilir. Peki, gerçekten neden kendimizden geçiyoruz? Küresel açıdan bakıldığında, bu olayın kökenleri ne olabilir? Türkiye’de bu durum nasıl şekilleniyor? Gelin, her iki tarafı da ele alalım.
Kendinden Geçmek: Küresel Bir Fenomen
Kendinden geçmek, aslında insanın duygusal veya fiziksel olarak aşırı bir şekilde bir duruma dalması, o anki bilincini kaybetmesi olarak tanımlanabilir. Bu durum, aslında insanlık tarihi boyunca çok farklı kültürlerde benzer biçimlerde görülmüştür. Küresel ölçekte, insanlar kendilerinden geçtiklerinde, genellikle bir tür aşırı coşku, tutkularının peşinden gitme ya da bazen de depresyon ya da duygusal boşlukları aşma çabası sergilerler.
Örneğin, Batı dünyasında gençlerin ve yetişkinlerin büyük bir kısmı, özgürlüklerini ve bireyselliklerini kutlamak adına farklı deneyimler yaşamak için kendilerinden geçme yollarına başvurur. Amerika’daki müzik festivalleri, örneğin Coachella, insanların coşkularının zirveye çıktığı yerlerdir. Herkesin kendini kaybetmesi, ritimle bütünleşmesi, belki de hayatın diğer sıkıntılarından uzaklaşıp o anın içinde kaybolması bir tür “kendinden geçmek”tir. Burada, insanların bir tür kaçış arayışı içinde olduğunu görebiliriz.
Öte yandan, Japonya gibi toplumlarda da benzer bir durum var. Ancak, Japon kültüründe kendinden geçmek çoğu zaman daha içsel bir deneyim olarak şekillenir. Özellikle Zen felsefesi, kişilerin içsel dünyalarına dalıp dış etkenlerden bağımsız bir huzura kavuşmalarını öğütler. Burada da kendinden geçmek, aslında dışsal baskılardan uzaklaşma, ruhsal dengeyi bulma ve içsel huzuru arama çabasıdır.
Türkiye’de Kendinden Geçmek: Sosyal Baskılar ve Kaçış Yolları
Türkiye’de “kendinden geçmek” meselesi biraz daha farklı şekillerde ortaya çıkar. Bence burada hem toplumsal hem de bireysel faktörlerin bir birleşimi söz konusu. Türkiye gibi toplumsal bağların güçlü olduğu bir ülkede, bireyler bazen sosyal baskılardan kaçmak için kendilerini kaybederler.
Birçok genç, stresli iş yaşamı, ailevi baskılar ve toplumun sürekli ne yapmaları gerektiğini belirten yaklaşımları arasında sıkışıp kalmış hissediyor. Bu noktada gençlerin bazen sosyal medya platformlarında kendilerinden geçmesi, neşeli bir şekilde eğleniyor gibi görünmeleri aslında daha çok bir kaçış arayışı olabilir. Dışarıya, eğlenceli ve rahat görünme çabası, içsel bir boşluk ya da mutsuzlukla başa çıkmanın bir yolu olarak ortaya çıkabiliyor.
Diğer taraftan, Türkiye’de dini ve kültürel öğeler de kendinden geçmek deneyimini farklı bir şekilde şekillendiriyor. Özellikle geleneksel topluluklarda, dini ritüeller ve bayramlar sırasında insanları bir araya getiren büyük kutlamalar, topluca kendinden geçme durumuna sıkça yol açabiliyor. Ramazan ayındaki iftar yemekleri, cuma namazı gibi toplumsal etkinlikler, insanların bir arada duygusal bir bağ kurmalarına ve belki de dış dünyadan koparak bir nebze de olsa “kendilerinden geçmelerine” neden olur.
Tabii bir de Türk müziğinde sıkça karşılaştığımız bir durum var; mesela uzun hava dinlerken veya halay çekerken insanlar, ritmin ve müziğin etkisiyle bir şekilde kendilerini kaybederler. Bunda hem bir kültürel hem de psikolojik bir bağ var: insanın sosyal bir yapıya ait olduğunu hissedebilmesi, duygusal yoğunlukla birleşince zaman zaman kendinden geçmeye dönüşebiliyor.
Kendinden Geçmek: Aşırı Hız, Aşırı İstek
Hepimiz yoğun bir tempoyla çalışıyoruz ve çoğu zaman hayatın o hızında “kendimizden geçme” arzusu hissediyoruz. Bazı insanlar için bu hız, aslında tüm sorunlardan uzaklaşmak anlamına gelir. Bu noktada, günümüzün modern dünyasında “kendinden geçmek” biraz da aşırı tüketime, hızla yaşanan deneyimlere ve her şeyin hemen elde edilmesine dayalı bir kavram halini almış durumda.
Özellikle büyük şehirlerde, iş hayatının getirdiği baskılar, bireyleri çok hızlı yaşamaya ve zaman zaman bu hızın içinde kaybolmaya zorluyor. Bursa’daki yoğun iş yaşamını düşündüğümde, bazen çevremdeki insanlarda şunu gözlemliyorum: Sürekli bir şeyler peşinden koşmak, kaybolan zamanı telafi etmek için daha fazlasını yapmak ve sonunda her şeyin akışında “kendinden geçmek”. Burada önemli olan nokta, bu hızlı yaşamın bir yıpranma, tükenme haline dönüşmemesi.
Sonuç Olarak: Kendinden Geçmek Bir Kaçış Mı, Bir Arayış Mı?
Kendinden geçmek, çoğu zaman kaçış ile ilişkilendirilir, ancak bazen bu durum aslında bir arayış olabilir. Küresel çapta, insanlar farklı şekillerde kendilerinden geçiyorlar; kimisi özgürlük için, kimisi huzur için, kimisi de sadece basitçe rahatlamak için. Türkiye’de ise bu durum, kültürel bağlar ve toplumsal baskılarla daha fazla iç içe geçmiş durumda. Bence bu durum, dünyanın neresinde olursak olalım, insan olmanın temel duygusal bir yanıdır: bir şeylerden kaçmak, bir şeylere ulaşmak ya da sadece “kendini kaybetmek” zaman zaman en iyi seçenek gibi gözükebilir. Ama unutmayalım ki, her geçişin sonrasında bir farkındalık ve öğrenme süreci de var.