Devlet kamu kurum mudur? Sıkışmış kavramları sarsmanın tam zamanı
Bir şey itiraf edeceğim: “Devlet kamu kurum mudur?” sorusunu duyduğumda içimden “Hâlâ mı?” diyorum. Çünkü bu soru, sadece hukuki bir tanım tartışması değil; devletle kurduğumuz psikolojik ve siyasal ilişkinin aynası. Devleti bir “kurum” gibi konuştuğumuz her an, ona yanlış yerden meşruiyet veriyoruz. İddiam net:
Bu iddia sert gelebilir. Ama tam da bu yüzden tartışmaya değer. Peki mesele nerede düğümleniyor?
Kavramları netleştirelim: “Devlet”, “kamu”, “kurum”
Önce terminoloji: “Kamu kurumu”, kamu hizmeti görmek üzere kurulmuş, hukuken tanımlanmış, görevi, bütçesi, organları ve sorumluluk zinciri belirli örgütlenmelerin genel adıdır. Belediyeler, bakanlıklara bağlı idareler, düzenleyici- denetleyici otoriteler, sosyal güvenlik idaresi… Hepsi bu sepetin içindedir.
“Devlet” ise daha geniştir: egemenliğin taşıyıcısı, hukuk düzeninin kurucusu, kamusal şiddet tekeline sahip olan ve nihai karar gücünü elinde tutan üst varlıktır. Bir yandan anayasal ilkelerle sınırlandırılır, diğer yandan tüm kamu kurumlarının çerçevesini çizer. Yani devlet “üst kat”; kamu kurumları “kat planları”.
Devleti kamu kurumuna indirgemek, egemenlikle idareyi aynı düzleme taşır. Sonuç? Hesap verebilirlik bulanıklaşır, yetki-sorumluluk zincirleri karışır, yurttaşın talep yönü şaşar.
Devletin üç yüzü: egemenlik, idare, hizmet
Devletin pratikte üç yüzü vardır:
1. Egemenlik: Anayasa yapma/değiştirme yetkisi, zor kullanma tekeli, güvenlik ve dış politika gibi “çekirdek” alanlar.
2. İdare: Bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar üzerinden yürüyen günlük yönetim.
3. Hizmet: Su, ulaşım, eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi doğrudan vatandaşa dokunan işler.
İşte çoğu karışıklık burada doğar: Hizmeti görünce “kamu kurumu” deriz; idareyi görünce yine “kamu kurumu” deriz; egemenlik yüzünü görünce de alışkanlıkla aynı etiketi yapıştırırız. Oysa egemenlik yüzü, kurum değil, kurucu iradedir.
Neden “devlet = kamu kurumu” demek sorunlu?
1) Hesap verebilirlik paradoksu
Kamu kurumu, tanımı gereği hesap verebilir: görev tanımı nettir, bütçesi şeffaf olmalıdır, kararları yargı denetimine tabidir. Devletin egemenlik yüzü ise “sınırlandırılmış ama nihai” bir yetkiyi taşır. Egemenliği kurumlaştırdığınızda, ona kurum muamelesi yaptığınızda, sorumluluk sahiplerini flu hale getirirsiniz. Peki bir ihlalde kimi nereye çağırıyoruz: kurumu mu, egemenliği kullanan siyasal iradeyi mi?
2) Bütçe ve yetki zincirinde sis etkisi
Bir belediyenin harcaması ile devletin egemenlik gerekçeli harcaması aynı terazide tartılamaz. Kamu kurumunda “etkinlik” ararken, devlette “uygunluk ve meşruiyet” ararız. Aynı etiketi kullandığınızda, ya egemenliği muhasebeleştirir ya da hizmeti siyasal kilide takarsınız. İkisi de yurttaş için zararlıdır.
3) Yargı, düzenleyiciler ve “bağımsızlık” efsanesi
Bağımsız düzenleyici kurumlar, mahkemeler, yüksek kurullar… Hepsi, devletten türeyen ama ondan farklı işlevlere sahip yapılardır. “Devlet zaten kamudur; o hâlde hepsi devlettir” deyip geçince, bağımsızlığa duyulan ihtiyacı görmezden geliriz. Bu da çatışma durumlarında hakemliğin tarafsızlığını eritir.
Karşı argümanlar ve kısa yanıtlar
“Devlet de tüzel kişilik; öyleyse kurumdur.”
Tüzel kişilik teknik bir çerçevedir; devleti, kurduğu kurumlarla aynı kategoride saymaya yetmez. Devletin tüzel kişiliği kurucudur; kamu kurumlarınki kurulan.
“Vatandaşa hizmet eden herkes kamudur; devlet de vatandaşa hizmet eder.”
Doğru ama eksik. Devletin hizmeti, egemenliğin devamlılığıyla iç içe. Bu yüzden hizmet ile egemenlik aynı denetime tabi tutulamaz. Bir su idaresinin açamadığı vanayla bir anayasal yetkinin kötüye kullanımı aynı masada görüşülemez.
“Pratikte fark ne?”
Fark, talep ve denetim dilinde. Kamu kurumuna “performans” sorarsın; devlete “meşruiyet ve sınır” sorarsın. Karıştırınca, ya devletten KPI isteriz ya kuruma anayasal dokunulmazlık atarız.
Devlet kamu kurum mudur? Keskin önerme, net sonuç
Devlet, kamu kurumu değildir; kamu kurumlarını var eden egemenlik çerçevesidir. Bu ayrımı netleştirmek üç sonuç doğurur:
Doğru hedefe hesap sorarız. Bir hastanedeki ihmal ile bir olağanüstü hâl kararını aynı dilekçeyle tartışmayız.
Yetki mimarisi berraklaşır. Hangi kararın idari, hangisinin siyasal/egemenlik alanına girdiği görünür olur.
Şeffaflık araçları daha isabetli çalışır. Kamu kurumları için performans ve açık veri; devletin çekirdek alanları için güçlü parlamento, bağımsız yargı ve temel hak güvenceleri.
Tartışmayı başlatan provokatif sorular
Devleti “kamu kurumu” sanmak, yurttaşı “müşteri”ye indirgemiyor mu?
Kurum mantığıyla egemenliğe bakmak, bizi “iyi yönetim”e kilitleyip “iyi rejim” tartışmasını iptal etmiyor mu?
“Devlet hizmet için vardır” cümlesi, egemenliğin sınırını görünmez kılmıyor mu? Hizmet bozulunca hangi anahtarla kapıyı açıyoruz: performans mı, anayasa mı?
Bir mahkemenin tarafsızlığını kurumlaştırmadan nasıl koruruz? “Devlet kurumdur” demek bu kaygıyı hafifletiyor mu, yoksa üstünü mü örtüyor?
Okuru harekete geçiren çağrı: Dilimizi düzeltelim, denetimi güçlendirelim
Bugün kamu tartışmalarında en çok ihtiyacımız olan şey, dil temizliği. Devleti kamu kurumu diye konuştuğumuz her cümlede, ya kurumları gereksizce siyasileştiriyoruz ya da egemenlik tasarruflarını performans tablosuna sıkıştırıyoruz. İkisi de demokrasinin can damarını zedeliyor.
Ne yapacağız?
Kamu kurumlarına şeffaflık, performans, açık ihale, vatandaş odaklılık talep edeceğiz.
Devlete, yani egemenlik tasarruflarına karşı anayasal denge, güçlü meclis denetimi, bağımsız yargı, temel haklar talep edeceğiz.
“Kurum” dediğimizde gerçekten kurumdan, “devlet” dediğimizde gerçekten devletten bahsedeceğiz.
Son söz: “Devlet kamu kurum mudur?” sorusunu artık doğru yerinden yanıtlayalım. Devlet, kurumların üstünde ve ötesinde—onları kuran, sınırlayan ve dengeleyen egemenlik mimarisidir. Bu ayrımı yerli yerine koymadan ne iyi kurum inşa edebiliriz ne de sağlıklı bir kamu vicdanı. Şimdi top sizde: Hangi kararları kurum mantığıyla, hangilerini egemenliğin sınırıyla tartışacağız? Ve en önemlisi—bu ayrımı günlük dilimize yerleştirecek cesareti gösterecek miyiz?